Kırk yılını dolduran hikâyemiz Yakup Arslan’la başlıyor. Edip Cansever’in Çağrılmayan Yakup’uyla. Asmalımescit masalarının imbiğinden geçmiş en halis delikanlıyla. Çünkü her insan nasıl yaşadığı yere benzerse, her meyhane de biraz sahibine benzer.
Mesleğe ilk adımını amcası Refik Arslan’ın yanında attı Yakup. Sene 1960’tı. Rize Hemşin’in şiveli delikanlısı, Asmalımescit’in ilklerinden Refik Restoran’da çalışmaya başladı. Başladığında yaşı ondu, ilk Yakup’u açtığında yirmi yedi. On yedi sene boyunca daha çağrılmadan komilikten garsonluğa, barmenlikten aşçılığa her işe koşmuştu ve bunca tecrübeyi kendi mekânında hayata geçirmek, en çok ona yaraşırdı.
1977’de bir sokak ötede açılan Yakup 1’e gün geldi, müdavimleri sığmaz oldu. Ki onlar ceplerinde şiir, ellerinde fırça, akıllarında memleket ve üzerlerinde sahne ışığı olan insanlardı. Kimler yoktu ki aralarında. Edip Canseverler, Cemal Süreyalar, Özdemir Asaflar, Turgut Uyarlar, Burhan Uygurlar, Çetin Özbayraktarlar…
Yakup 2, 1982’de açıldı. Kısa bir süre her iki mekânı da işleten Yakup, müdavimlerini ve kendine has lezzetlerini de şimdiki mekânına taşıyarak meyhanesini bir İstanbul klasiği yapmayı başardı.
Peki neydi bu başarının sırrı? İstanbul’un Ermeni ve Rum meyhanelerinin hakiki barbalarından el almak ve geleneği sonraki kuşaklara aktarmaktı. Şöyle ağır ağır, her masanın fotoğrafını çekerek yürümek ve eksikleri bir kalemde tamamlamaktı. Servisini bizzat kendi elleriyle yapmak ve herkesin gönlünü hoş tutmaktı. Kadir kıymet bilmek ve müdavimlerinin dostluğuna kucak açmaktı.
Ve bir gün Yakup’u da çağırdılar. Emir büyük yerdendi. İcabet etti usta. Elli üç senelik meslek hayatı boyunca çağrılmadan masalara ve muhabbete koşan Beyoğlu’nun en afili abisi yukarıdakine hayır diyemezdi. O da tuttu, Yakup 2’nin girişinde çekilmiş unutulmaz fotoğrafı hafızalarda, Baba’nın masasında yerini aldı. Tarih 2013’ün 1 Nisan’ıydı.
Ömrünü Yakup 2’ye adamış en halis delikanlı Hakk’a yürür de Asmalı ahalisi ustaya saygıda kusur eder mi? Etmez tabii. Cenazesi 2 Nisan günü mekânının önüne getirildi. Akşamdan kalma müdavimlere soruldu: Nasıl bilirdiniz? Gözlerinin içi gülerdi dediler. Yalnız kadehlerin yareniydi dediler. Zamana büyük büyük kadeh kaldırırdı dediler. Başı işiyle hoştu dediler ve o vakıt, ağır masaların en kalbi suskunluğuyla ustaya veda ettiler.
O Yakup 2 ki, o gün ustasız kaldı ama sahipsiz kalmadı. Çekirdekten yetişme oğul, aslan parçası Yıldıray, emaneti devraldı. Kırk yıl önce babasıyla başlayan hikâyemiz bugün onunla devam ediyor. Ve biliyoruz ki, tıpkı o gün gibi bugün de Yakup 2’de her kadeh dostluğa, arkadaşlığa, sevdaya ve davaya; kısaca hayatın şerefine kalkıyor. Aynı edep, aynı adap, aynı samimiyet ve aynı heyecanla.